Yıllar sonra yeni bir şiir kitabı yazdım. Haikulardan oluşan “Otların Kalbi” sonunda doğdu. Donuk, keyifsiz, tatsız günler… Yine de bir şeyler yapmaya, üretmeye çabalıyorum. Kitap bir parça umut oldu. Güzel duygu, özlemişim bunu. Umarım sevilir, okunur. Haiku, şiirde özel bir alan. Japon şiirinin dünyaya armağanı adeta. Yazması çok kolay görünen, ama bir o kadar zor bir şiir türü haiku. #OtlarınKalbi’nde 50 haiku yer alıyor, bu şiirlere Savaş Çekiç’in desenleri ve özel tasarımı eşlik ediyor. 5. şiir kitabım oldu bu çalışma. 45. yaşın içindeyken doğdu. Seneye öykülerimi çoğaltırım belki, onların zamanı yaklaşıyor. Ne zamandır öykü yazamıyorum, iyi olur, odaklanırım. “Kısa ve Öykü” isminde bir kısa öykü dergisi projem de hayata geçti. www.kisaveoyku.com Pdf dergi şeklinde hazırlayacağım bu dergi çalışmasını. Her gün yeni öyküler geliyor. Keyifle okuyorum. Sevgili Turgay Kantürk ağabeyimle beraber seçeceğiz öyküleri. Renkli bir çalışma olacak. Savaş Abi güzel bir tasarım yapar dergimize. Aslında basılı bir dergi yapmak istiyordum, ama yaşanan bu ekonomik krizde daha uzun soluklu bir dergiye dönüşebilir pdf dergi. Bakalım neler olacak. Zamanla göreceğiz. Nasıl olsa artık hep Kadıköy’deyim, a bugün bir de posta kutusu kiraladım kendime. PK 216 Kadıköy-İstanbul adresi artık bana ait. Dileyen herkes mektup yazabilir, PTT ile mektup ve kargo gönderebilir.
You are currently browsing the archive for the Sevgisiz Günlük category.
Korkudan evden bile çıkamadığımız tanımsız zamanlardayız. Evden çıkmak neden insanı korkutsun ki, değil mi? Az önce SpaceX iki astronot taşıyan bir mekiğini uzaya fırlattı ve bunu canlı yayında izledim; aynı anda TRT 2’de çok sevdiğim bir film vardı: Boş Ev. -Hiçbir şeye konsantre olamıyorum ne yazık ki, bu bana has bir durum değil, eminim. Mekik uzaya çıkmadan yeşil çay demledim, terekte bulduğum plastik tasa biraz çekirdek koydum, Lindt almıştım, çikolatadan dörtlü bir parça kırıp sıcak çayın içine bandım, eriterek yedim. Taşınabilir bilgisayarımı kapıp, TV’yi açık bırakıp, çaya bir bakış fırlatıp terasa koştum. Merdivenleri çıkarken hiçbir şey düşünmedim, ama yıldızlı bir gökle karşılaşınca, bir ekranda göğe ağan o uzay mekiğine, bir de gökyüzüne bakıp yıldızların arasında onu aramadım dersem yalan söylemiş olurum. Göremedim elbette. Göremezdim de. O nerde, sen nerdesin. Önemi yok. Yıldızlar orada, gezegenler orada. Bazısı güçlü ışıklar saçıyor, bazısı yorgun bir su gibi zayıflıyor. Öyle işte. Yazmak istedim. Berbat günlerden geçerken, uzun zaman sonra bir not düşeyim dedim. Hâlâ yeryüzündeyim. Sahi, 2000 yılından sonra kim mutlu oldu ki? Her şey 1900’lü yıllarda saklı bir anı olarak kaldı işte. Ruhsuz ve mutsuz bir çağ 2000’ler. Herkes ölüyor. İnsanlar teker teker bir bilinmeze gidiyor. Mayıs ayında, önce arkadaşım ve yazarım Sunar Abla’yı, Sunar Kural Aytuna’yı yitirdik; sonra Tekin Abi’nin acı haberi geldi, Tekin Gönenç’i, o güzel insanı da yitirdik. Nereye gittiler bilmiyorum, ama yollarımız iyi ki kesişmiş. Bunu söyleyebilirim. Hem, insan nereye gidebilir ki?..
Kadehe bir buz daha attım. Gökte sadece tek bir yıldız vardı. Parlayıp sönen kederli bir yıldız. Yorgun gözlerimi kısıp baktım. Hâlâ yanıyordu sanki… Bardağı sıkıca tuttum, salladım, küçük bir anafor oluştu… Bir yarasa hızla geçti önümden. Ağzımda bekleyip ısınan alkolü yutkundum. Kanıma karışan o sonsuz yorgunluk hissi güçlenip yeniden geldi. Neydi zamanın benden çaldığı? Neden bitkinim artık? Kalbim neden yavaş atıyor? Bunca yıkıntı altında nasıl sağ kaldım? Nerede parçaladığım aynalar? Eski yüzüm nerede? Kocaman bir boşlukta hissediyorum bazen kendimi. Giden gitti, tırnaklarımla çizdiğim görünmez yaralar yeniden kanasa da, geçti zaman, döküldü sır… Söz verdiğim toprak bekliyor beni uzak yağmurların altında… Geceyi böyle karşılıyorum… Uzakta bir yıldız, tek başına, rüzgârın acıyla savurduğu perdelere uzanıp bana bir şey anlatmaya çalışan bir yıldız, gölgelere karışan ölülere seslenip kayboluyor. Otların arasında bambaşka bir hayat var, biliyorum. Son yudumu alıp kadehi uçurumdan aşağı bırakıyorum. Bir adım daha atıyorum… Karnımda boş bir hoşluk, derin bir sızı… Uzakta bir yıldız… Kırılan ayna… Kaybolan gölgeler…
Sevgili Çayan Okuduci, sağ olsun, sürpriz yapıp üç şiirimi Kürtçeye çevirmiş. Yazdıklarımızın bambaşka dillerde seslenmesi, uzaklara ulaşması büyük mutluluk.
Li Benda Te / Kadir Aydemir
derya wiha bicoşî
Piyên te şîldibin
min çend çar got
ji pêlan dûr bide xwe
me kaşdike
ber bi kûriyeta zêdetir
û keverê xîçik dilşikestî
berxwe dide ji bo neçûne
hişk pê girt karsexa ku
pê bawerî aniye
…bêguhnedêrî î
li dûrî fenerêk ditemire
belavbû xwelîya ku te pêlkir
tenêtiya xweyna germîk
Xatirxwazî / Kadir Aydemir
bêdeng diherikê xwînna
hejîra ku radize
min hizra te kir
despekir rêjne, te go tû bû
dare gülistana xwe girtine
sî zû ve xwe hindakirî bû
ji diriyê hişk ve rewî
kaşdikir ewrên miri
Ba ye payize…
Evinêk Bedawî / Kadir Aydemir
tû ji min hêzdiki, go Jin
ez wûsa ji te hêzdikim ku, go mêr
û berf te dî bariya
wexte te ra me her sikak der te bêhre
nedûre karsexa çaven te
hemû pel weşîyanbin ji
li ser kûritîya qoka min
her tişt dûr bike ve
disa, li nav dile te de ez ê stêrka temaşe bikim
ew ê çi bimine ji te çaxe tû herî?
têma helbesta jan, ew apartman, miriye kelek
û bin gomlekê min de xwînna ku dimeşe
lewra tûneye evin li ser tu kulilkêk
biberedayî diqetin pel ê şirin
Helbest: Kadir Aydemir
Werder: Çayan Okuduci
Yazıyor ve unutuyorsun. Nehre düşen bir damla su gibi sözcükler. Zamanın o büyük akışı içinde küçük çatlaklar arıyoruz belki de. Uğultulu bir uyku, içinden çıkamadığımız bir koza. Ne ki yazmak? Süreğen bir acı. İşte, yeni kesikler atma zamanı geldi. Ne zaman bir kitapçıda kendi kitaplarıma rastlasam kırık bir gülümseme yerleşiyor yüzüme. Gülmüyorum aslında, içe işleyen, ilerleyen bir hüzün bu. Anlatması güç, kederli bir şey…
Uzun bir mola vermiştim. Yeni bir derleme kitap hazırladım, tam üç yıl sürdü projelendirip yayımlamam. “Kedi Öyküleri” adını verdim bu toplama, genç yazarlara, sevdiğim dostlara ve yeni imzalara yer verdim kitapta. 44 yazar bir araya geldi. Yolu açık olsun. Bir diğer gelişme de şiir kitabım “Soğuk Yazgı”nın 2. Baskı’sının yayımlanması oldu. Bir şiir kitabının yeniden doğması çok hoş bir duygu. Ayrılık şiirleri ve haikular var Soğuk Yazgı’nın sayfalarında. Meraklısına tabii ki. İlk baskısı 500 adet, özgün iç tasarımla özel basımdı. Bu sefer iki katı üretildi ve yeni bir kapakla evrene merhaba dedi kitabım.
Şiir yaşasın, yaşasın şiir. Her şey onun için. Çünkü o kazanacak bu oyunu, biliyorum. Bir gün yapayalnız kalıp her şeyle hesaplaştığında, şiirin eli usulca okşuyor olacak saçlarını.
Tags: haiku, kedi öyküleri, öykü, şiir, soğuk yazgı
Uzun bir aradan sonra detaylı şiir okumalarına yeniden başladım. Sanırım kitaplığımda bulunan yüzlerce şiir kitabını, hepsini, yeniden gözden geçireceğim. Unutmuşum nerede ne olduğunu. Kitapların içine gelişigüzel notlar almışım. Şiir şiirden doğuyor biraz da, ona yoğunlaşmak gerekiyor. Shelley’den sevdiğim bir şiiri buraya not düşüyorum. Şu sıralar Lord Byron, Yetas vb. okumalar yapmak hoşuma gidiyor. Didim’deyim, kısa yolculuklar var görünürde, bu yaz da böyle geçiyor…
Ozymandias / Percy Bysshe Shelley
Eski bir diyardan bir gezgin dedi ki bana:
Çölde duruyor bir çift büyük, gövdesiz bacak
Ve onların yanında, yarı gömülmüş kuma,
Taştan, haşin bir insan yüzü, ortadan çatlak,
Burkulmuş dudakları ve çatık kaşlarıyla
Gösteren o alaycı yontucunun çok iyi
Kavradığını bütün o hırçın duyguları,
Bir zamanlar bir canlı yüreğin beslediği
Ve şu sözler yazıyor üzerinde tabanın:
“Ozymandias’ım ben, bilin ki, krallar kralı;
Kendini büyük sanan bir kez de bana baksın!”
Kalmamış başka bir şey, tek parçacık bile.
Çevresinde o koca, harap olmuş anıtın
Uzanıyor kumlar hep alabildiğine.
Çeviren: Şavkar Altınel
Tags: Ozymandias, Percy Bysshe Shelley, Shelley
Kara bulutlar dolaşıyor üstümüzde, kalbimizde. Toparlanmak ve iyileşmek zaman alacak, ama başaracağız bunu, geçip gidecek bugünler… Uzun zamandır İstanbul’da değilim. Ege’deyim, Didim’de hem yeni kitaplara çalışıyor hem de biraz dinleniyorum. 9-10 ay aralıksız koşturdum. Eylül ortasına dek burada, Altınkum yakınlarında dinlencedeyim… Dinlence ne güzel bir sözcük. İlk olarak, yıllar önce, Pandora Kitabevi’ndeki işimden ayrılma kararı aldığımda, sevgili Hüseyin Bey’in benim ardımdan yolladığı sevgi dolu bir e-postada rastlamıştım bu kelimeye. Hoşuma gitmişti. Her neyse; burada bir bisiklet grubuna üye oldum (Didim Poseidon Bisiklet Grubu), her salı ve cuma akşamı bisiklet turları yapıyoruz. Arada bir, arkadaşlarla, bağımsız ve uzun bisiklet turu da düzenliyoruz. Bisiklet olmasa burada sıkıntıdan patlardım sanırım. Her yere onunla gidiyorum. Sürekli beraberiz bisikletlerim “Bulut” ve “Fırtına”yla. “Fırtına” yeni bisikletim; deore setli ve 30 vitesli Carraro Sportive 230, sağlam ve perfomansı yüksek bir yol bisikleti. “Bulut” ilk göz ağrım, bendeki yeri ayrı. Arada bir, günlük işler için onu da kullanıyorum, boynu bükük zavallının. İstanbul’daki bisikletimse yine bir Carraro, 330 serisi harika bir şey. Adı “Şimşek”. Bisikletle yıllar sonra yeniden yakınlaşmak beni adeta çocukluğuma götürdü. Onlarla mutluyum. Beni anladıklarını düşünüyorum. Konuşuyorum bazen. Alıyorum kitabımı ve havlumu yanıma, kaçıyorum denize. Bisikletin verdiği özgürlük duygusunu tanımlamak zor. Sanırım Pinokyo’lu yıllarımdaki duygu bu hissettiğim. Kırmızı Pinokyo bisikletim, ah.
Neyse; Didim’i altına üstüne getirdim şimdiden. Bisikletle gitmediğim rota kalmadı. Uzun vadede şehirlerarası turlar yapmayı istiyorum, bakalım, hayat diyelim. Bir çadırım vardı yırtıldı, eskidi, attım gitti. Yeni bir çadır almalı Decathlon’dan falan.
Didim’de imza günlerim olacak bu hafta. Burada, Didim’in Altınkum sahilinde “Yazarlar Festivali” dzenleniyor her sene. 29-30-31 Temmuz’da Didim sahilinde yazar arkadaşlarla beraber kitap imzalayacağız.
Yazacak çok şey var ama elim kâğıda kaleme gitmiyor artık. Bir iç sıkıntısı, moralsizlik, yalnızlık ve donukluk duygusu. Bisikletle, aya giden bir yol bulacağım sonunda…
Şiirlerim Uygurcaya çevrildi. Güzel duygu, yazdıklarınızın başka dillerde de olması. Kim bilir okuyanlar neler hissedecek, şiir bu yönüyle hiçbir edebiyat disiplinine benzemiyor. Doğu Türkistan’daki, 160 bin tirajlı bir gazetenin edebiyat sayfalarında yer almış şiirlerim. Urumqi Kechlik Gazetesi için çevirileri Ablet Berqi yapmış. 2015 biterken hoş bir sürpriz oldu.
* * *
Koca bir yıl sona erdi. Ne hissettik? Sadece acı ve keder. 2016’dan umutluyum; sağlıklı, mutlu, huzurlu ve bereketli güzel bir yıl olsun hepimize…
Haftaya Adana’ya, 9-17 Ocak’ta gerçekleşecek olan Çukurova Kitap Fuarı’na gidiyorum. İki hafta kadar orada olacağım. Çarşambadan gidip sevgili dostum ve yazarım Sıtkı Silah’la ve birçok arkadaşlarla sohbet için bir araya geleceğim. Bölgedeki tüm arkadaşları Yitik Ülke Yayınları kitap standımıza beklerim. Güzel bir fuar olacak… Akdeniz’in sıcacık insanlarını çok seviyorum.
Yıllar oldu bir bisikletim olmayalı. Bir Pinokyo bisikletim vardı eskiden, kırmızı, güzel mi güzel. Tek anım onunla… O zamandan beri nerede bir bisiklet görsem içim giderdi, heveslenirdim. Pinokyo deyip geçme. Dolma lastikli, ön frenli, kız gibi bisiklettir. Sağlamdır. İyi dosttur, seni dinler, yarenlik eder… Bambaşka bir şey Pinokyo…
Ve geldik 38 yaşına… Hep aklımdaydı, sonunda yaptım: Kendime mavi, güzel bir bisiklet aldım. Adını “Bulut” koydum. Bu yaz onunla geçti. Didim’de bir bisiklet grubuna üye oldum. İlk uzun turum Doğanbey/Karina’ya oldu, gidiş-dönüş 82 km’lik inanılmaz bir macera yaşadık.
Bisiklet tam anlamıyla özgürlük demek benim için. Onunla konuşuyorum, ilgileniyorum, ona hediyeler alıyorum, mutlu olduğum için yapıyorum bunları. İnsanların yalanından dolanından, saçma sapan oyunlarındansa… Hiç olmazsa değerini biliyor, seninle geliyor her yere. Çocuklaşıyorum tabii onunlayken, özlemişim bu hale bürünmeyi. Yaz biterken ayrılmak hüzünlü oldu doğrusu. İstanbul’da da bir bisiklet grubu kurmayı düşünüyorum, bakalım.
Bu arada bisiklet tutkunları için bir kitap projelendirdim. Aydın İleri yayına hazırladı, “Bisiklet Öyküleri” kitabı birkaç hafta sonra yayımlanacak. Yitik Ülke Yayınlarımızdan çıkacak olan kitapta 60’tan fazla yazarın bisiklet anıları var. İnanılmaz tatlı bir kitap, çok sevileceğini ve okurken herkesin çocukluğuna döneceğini düşünüyorum. Keşke hiç büyümeseydik, değil mi?.. Dünyanın bu kanlı halini gördükçe, bizi geçmişe sürükleyen her şey daha da fazla anlam kazanıyor…
Sana bu yaz neler yaptığımızı uzun uzun yazamadım sevgisiz günlüğüm… Çok şey oldu… Didim’deyken sevgili kardeşim Onur Behramoğlu‘nun sürpriz yapıp yanıma gelmesi de en tatlı anılarımdan biriydi. Onur’umla bir hafta boyunca çocukluğumuza döndük adeta. Sitenin bahçesinde kıvrılarak ilerleyen bir yavru yılan gördük. Anadolu engereğiymiş. Zehirliymiş ve türünün nadir-korunmaya muhtaç örneklerindenmiş. Onunla karşılaşınca büyülendik desem yeridir… Kalakaldık… Şaşkındık… Benim şamanik erk hayvanım da yılandır. Onların mesajlarını artık daha iyi anlıyorum… Derken denize girdik. Baykuşları izledik. Şiiri gördük. Doğanın içinde geçen bir hafta ikimize de iyi geldi. Uzun yürüyüşler yaptım ve düzenli spora başladım. Bisiklet bahane oldu aslında; tempolu yürüyüşlere çıkıyorum artık. Günde ortalama 10.000 adım atıyorum, 8-9 km. yol gidiyorum.
Tatilin son günlerinden birinde, uzun bir yürüyüş sırasında yerde yatan ölü bir serçe gördüm. Onu yavaşça yerden alıp kulağına bir şeyler fısıldadım. Bir taşı yerinden oynattım, toprağı kazmaya başladım. Onu açtığım küçük bir mezara gömdüm. Üzerine o taşı koydum. Kim bilir neden öldü, nasıl öldü, neydi onu çağıran şey? Hüzünle uzaklaştım… Derin düşüncelerle ilerlerken, yerde çırpınan bir kelebek vardı, son anda fark ettim… Ellerime aldım onu, ah dedim, ah güzel kelebek, ne oldu sana? Çırpınıyordu. Bir araba ya da görünmez bir şey çarpmıştı sanki. Ölümü görmüş gibiydi… Biraz konuştum, asfalttan uzaklaştırıp sık otların arasına bıraktım o güzelliği… Canını kurtardım… Belki de teşekkür edip uykuya dalmıştır… Bilmiyorum… Birkaç gün önce, bisiklet arkadaşım Tayfun’la 40 km’lik Didim-Akbük turu yaparken yolda yatan, yaklaşık 1 metre boyunda olan ölü bir yılan görmüştük… Yılanı geçince yol kenarında ölü bir yabandomuzuna rastladık. Korkunçtu. Yarısı yoktu. Korkudan hızla pedalladık… Gün ortasıydı. Geceleri yabandomuzları çok saldırgan oluyormuş, kendilerini yola atıp arabalara, motorlara saldırıyorlarmış. E orası onların evi, insanoğlu geliyor ve yuvalarını işgal ediyor resmen. Nerede yaşayacak bu hayvanlar? Nereye gidecekler?.. Bu dünya onlara ait!
Yılanlarla, böceklerle, karşılaşmalarla dolu yalnız bir yaz geçti… Belki de hepsi kısa öykülerime, şiirlerime konu olacak, birer imgeye ya da metafora dönüşecek bu rastlantıların, kim bilir?… Yeni öykü kitabım bitek üzere bu arada. Ona bir isim arıyorum. Ne zor şey bir kitaba ad bulmak… Yazmaktan daha zor, ciddiyim… 2016’nın Şubatı’nda doğacak yeni kitabım. İsmi mi? Rüyamda göreceğime eminim. Gördüğüm ismi koyacağım. Hep öyle olur çünkü. Rüyaya yatmalıyım…
NOTLAR
-Öykülerim Hollandacaya çevriliyor, öykü kitabım Belçika‘da yayımlanacak.
–Uluslararası bir etkinlikten mektup geldi, şiirlerimi çevirip enstalasyonlarda kulanacaklarmış, gerekli izni verdim, meraktayım.
-Dostlarımla yakında yeni bir edebiyat dergisi çıkartıyoruz. İsim babası ben oldum: “Çevrimdışı Edebiyat Dergisi” dergimizin ismi. Popüler kültür dergisi değil, edebiyat dergisi. Ben, Gökçenur Ç., Efe Duyan, Selahattin Yolgiden, Gonca Özmen, Zerrin Yılmaz, Vildan Bizer ve Melike İnci yan yanayız. Dergi, 2016’da yayın hayatına merhaba diyecek.