ayrılık öyküsü

You are currently browsing articles tagged ayrılık öyküsü.

Ağıt

Yıllar geride kalınca, şöyle bir düşünüyor insan. Geçmiş ne, gelecek ne? Nereye uçtu bunca anı, insan, an, zaman, yaşanmışlık ve yaşanmamışlık? Neden yok ettim tüm flu fotoğrafları bilmiyorum. Eski ben nerede kaldı, eski “sen” nerede. Nerede ne hata yaptım ve neyi nasıl kaybettim. Kazandıklarım neler. Tabii ki şiir kazandı hep, ben kaybettim. Ağzımdan çıkan sözcükler, bu kara yazgının da ilk işareti olmuştu. Yan yana gelen iki sözcük ve kapanan dev perde. Bir dakika, bu benim oyunum diyemedim. Hâlâ beni üzen, derinlere sürükleyen, yaptığım her yeni hata ve kayboluş denemesinde içimi kanatan iki sihirsiz sözcük. Bazen düşünüyorum da, her şey nasıl da trajikomik. Herkes yaşamına devam ediyor, sen çırılçıplak kalmışsın. Yitirmişsin değerli şeyleri. Aynı sokaklarda yürüsen de boşuna. Yeni yüzler ve sesler eklendi ömrüne, onları da yitirdin. Her yolculuk biraz daha eksiltti seni, saçların beyazlamaya, ruhun eprimeye başladı. Düşlerin toprakları geniştir fakat yönünü bulamayan kör bir kuş gibisin. Sana gözlerini verecek bir ay ya da kurbağa yok. Yıllar hızla akarken içinde bir yerde rüzgârgüllerine âşık, gölgesi gibi değişmeyen, yaşlanmayan bir “şey” kaldı. İsimler bazen birbirine karışıyor ne garip ki. Geçmişe gidip geliyorum. Özlüyorum. Neden hep güzel “an”ları çağırıyor lanet olası zihin! Bilmiyorum.

Görüntüler içinde kaldım sanki. Bir kayboluş hissi var etime saplanan. Kokular gelip sarıyor bazen uykumu, bir kadının burnundaki papatya tozu, ada vapuru, küçük bir parfüm şişesinden taşan ve hep seni hatırlatan o koku, tenin ustaca sakladığı nefis koku; ne yaparsan yap engelleyemezsin bu gidişi ah sefil. Evet, sana büyük ve özel bir yetenek bahşetti Tanrı, ama diyetini de alıyor fark etmeden. Tanrı; kaybedişlerden yapılmış her şey, bunu öğrendin. Hislerinin izini sürsen de karanlıkta oraya buraya çarpıp duracaksın. Usulca kabullenmek mi gerek, gidenin ardından denize karşı gizlice gözyaşı dökmek mi. Gözyaşın denizin rengini değiştirse de bir tek sen fark edeceksin bunu. Çünkü söz verdin, tüm bunların böyle olmasını istedin o gün. Tek dileğin vardı, onun çok mutlu olması, günün ağarması, saatlerin hızla dönmesi, iki yabancıya dönüşmeniz ve her şeyin silinmesi görünmez yapraklarla…

Zehirliydi dil, kendini soktun. Belki de gözlerinin usulca daldığı bir uyku şu an yaşadıkların. Uyanacaksın, her şey en güzel haliyle devam edecek. Karnındaki sıcaklık, onun eli. Bacaklarını dolamış sana ve kalp atışlarını dinliyor, sandalyede ağlıyor, pencereden bağırıyor, el yazısıyla süslediği bir kitap hediye ediyor sana, sözler veriyor, bir ağacın altında seni bekliyor.

Ah zaman! Ah Tanrılar! Sonsuz deniz! Yollar ve tunç yıllar! Kin dolu toprak! Al acılarımı benden! Dayanamıyorum! Böyle olmasını istememiştim ben. Çaresiz katlandım bu büyük acılara… Tek dileğim vardı, onun mutluluğu benim acılarıma eklensin demiştim. Keşke zamanı geri alabilsem…

Tags: , , , , , , , , , ,

 

Sen konuşurken oldu bunlar. Bir sinek pisledi yan masadaki kristal bardağa, sarışın kadın bunu bilmeden bardağı ağzına götürdü. “Hava daha da karardı sanki, değil mi?” dedin. Açılıp kapanan dudaklarının verdiği sırdı dişlerin; seni izliyordum, takılıp kalmıştım ağzına, bir balık parlak çapari tuzağına nasıl düşerse öyle. Kurtulamıyordum senden, ne garip. Sütdişlerinin güzelliği geçiyordu içimden, onların şekilleri ve kolumu tatlı tatlı ısırdığında kalan eşsiz izler. Ağzının tadı… Bitimsiz öpüşlerin… Bu birkaç saniyeyi nasıl unuturum, söyle? Sen konuşuyordun ve ben oracıkta susuyordum. Yaşlı bir adam, oturduğumuz kafenin önünde durup cebinden ışıltılı bir saat çıkardı. Sen fark etmedin, uzun saçlarını ellerinle kavrıyor, her zamanki gibi umarsızca arkana savuruyordun. Saatine bakıp yavaşça seğirtti adam. Sarışın kadının dudağında bir su damlası kalmıştı, masaya düşmedi. Yaşlı adam ve o damlacık neden orada, o anda donup kalmışlardı? Basit ama karmaşık bir sahneydi bu bana göre. “Beni duyuyor musun?” dedin. Dilim uyuşmuştu. Göğsümün tam ortasında sözcüklerin keskinliğini hissetim o an. Herkes dönmüş bana bakıyordu, bense hareketsiz kalakalmıştım. Ayrılığa katlanabilirdim, ama sana aldığım çiçekler ne olacaktı? Bunu düşünüyordum.

Kadir

“Sonsuz Unutuş” adlı kitabımdandır

Tags: , , , , , , , , , ,

Kadir Aydemir


Zaman eskimez. Geçip giderken her şeyin yüzünü de yanında götürür. Meyveleri soldurur, kelebeği öldürür, anneleri ağlatır. Fotoğraf karelerine asılı gülüşünüz dondurulmuş bir mutluluk tablosu olur artık. Albümünüzü açar ve bir kısmı kartona yapışmış resimleri tek tek çıkartmaya çalışırsınız. Zaman buna bile izin vermez, bu küçük zevke. Dönüp resimlere bakmanız bile bir müdahaledir kendisine, siz çıkartmak için zorlarken yırtılır fotoğraflar. Sahip olduğunuz hiçbir şey kalmayacaktır geriye, rüzgâr bunu anlatmaya çalışır gizli bir yazıyla. Rüzgârı umursamayız. Kuşlar uyarıp durur bizi, kulak asmayız kuş seslerine. Karıncaların her hareketi bir işarettir, bizi bekleyen kadının yönünü gösterir beyaz yollar, ezip geçeriz onları… Sonunda anlarız ki her şey ona aittir. Zaman efendisidir ruhumuzun.

Read the rest of this entry »

Tags: , , , , , , ,