Dalgalar kıyıyı amansızca dövüyor. Birası bitmek üzere. Elleri titriyor yavaşça. Deniz feneri göğe doğru uzanmakta, ama neden bilmem üç beş kararmış martı amaçsızca çığlık atıyor. Sakalları arasında gezinen parmakları geçmişin kirine bulanmış tırnaklarıyla dingin bir yalnızlığı saklıyor. Hep böyle sakin değildi ruhu, yaşlılığın getirdiği biçimsiz bir gölgeyle barışarak gezinip durmuştu yollarda, duvar diplerinde. Ayağındaki pabuçların biri ıslanıyor, bir şey hissetmediğini anlıyorum uzakta da olsam; ne dudakları kıpırdıyor ne de kapladığı sonsuz boşluk. Elimdeki mektubu buruşturup suya atıyorum, yaşlı adam silkinip kalkıyor. Bir şey söylüyor denize karşı, bir türlü çözemiyorum. Su sakinleşiyor… Derinlerden gelen bir potkal suyüzüne çıkıyor. Kadıköy’deyim, hayal görmüyorum hayır, kendimi kayalıklarda buldum ve az ileride benim farkımda bile olmayan bu yaşlı sokak adamıyla kesişti yolum az önce. Kolumdaki saatin akrebi deli gibi dönüyor. Yüzüm buruşuyor. Kayalara çarpıyor yarı beyaz dişlerim, tırnaklarım uzayıp çürüyor, zamana teslim oluyor bedenim. Tabii ya, yıllar önce burada, bu kayaların üstünde iki kişiydik. Onun ve benim elyazım saklıydı şişedeki kâğıtta. Potkalın geri döneceğini biliyordum. Biliyordum! Kimse bana inanmıyordu, tek dostum peşimde dolanan sokak köpekleri olmuştu. Onu bekliyordum.
Sevgilim çoktan öldü.
Kadir Aydemir
“Sonsuz Unutuş” adlı kitabımdan